1 Nisan 2010 Perşembe

Hükümsüzdür(...)


Sene 90 ‘lar o vakit aşk’lar daha mı güzel yaşanırdı bilmem. Tek bir gerçek vardı aşk’a tapılırdı belki elimizde fazla malzeme yoktu ve aşk hoyrat tüketim malzemesi olarak gönüllerde henüz yerini almamıştı.
Velhasıl kelam bu tayfaya katılmak gerek dedim ben de aşık oldum o günün böğründe. Aptal aşık gibi davranıyor muydum bilmiyorum ama siyah sana çok yakışıyor dediğinde aklımda beyaz toz bulutları oluşturuyor sonra da kendimi içine atıyordum. Delikanlıydı çağımız ve etik olsun diye değil daha çok doğaçlama usulü deli kanımıza söz geçirmiyorduk. Söz’e dair o yıllarda tek hayal ‘’sözlenmekti’’ bunu da papatya dallarından yaptığımız yüzüklerle yapabiliyorduk. Çok güzel seviyorduk.
Çok işimiz vardı , çoook.
Sabah aynı saat’te apartman önünden seni alacak sakın sektirme. Yelkovan ve akrep o dakikliğimi ömrü boyunca dönse bulamaz.
Staj rotasyonun fotokopisini çektirmeyi unutma, çünkü o da bilmek istiyor bu ay’ki staj sahalarını. O saha’ya saha koordinatörü havasında ziyarete gelir, sevk kağıdını uzatır ve her defasında ‘’tonsilit ‘’ teşhisi ile oradan ayrılırdı. Yılda en fazla 4 defa olunabilen bu tonsilit vakası, haftada 4’e çıkardı. Sağlık bakanlığı dahi bu gidişata el koyamazdı.
Gün batımında pedal çevirme hızı vardı birde. 10 kişiye yakın bir grup , kahkaha sesleri ,her yer toz duman. herkes birbirini geçme telaşında , o ve ben yan yana gidebilme telaşında. Ömrüm kendini heder etse bile yanıma düşüremez bir daha bana o kadar denk birini.
Mektuplar vardı birde, akla hayale sığmayacak şekilde ulaştırılan mektuplar. Ya kız kardeşler kafalanırdı, ya mahallenin ilk girişindeki bakkal’ın oğlu kuzen Fırat. Yazılırdı…. haybeden şeyleri ama yazılırdı. Bir haftalık görüşmeme sürecinde neler yapıldığı ve nasıl özlendiği yazılırdı. Hesap mı veriyoruz şimdi denmeden, gönüllü ifade tutanaklarıydı hepsi ama adına mektup denirdi. Sonuna yazdığı ismini okumayı severdim en çok..deniz..

Aklımda yoktun bugün…bir radyo frekansı 90’lara gidiyoruz ve jale’den üzgünüm dedi. Ve ben hatırladım…
Ev telefonun 2216’yı hatırladım, okul kapısında ellerin ceplerindeki halini hatırladım, belime değen saçlarımı hatırladım,kaldırımda oturup hayat dersi verişini hatırladım, mektup zarfının yapıştırma yerine çizdiğin göz şeklimi hatırladım, kuzenin fırat’ı hatırladım, tüm yol güzergahını, planladığımız saatleri, balkona çıkınca oda’nın ışığını çok uzaktan da olsa görebiliyorum deyişini, ankesör ve jetonu hatırladım, derya’yı ve mehmet’i hatırladım. Çamur köklü papatyaları,Hastane koridorlarını, monitör sesini, yatak kenarı yaparken bana baktığında senden utandığımı, evin üst katındaki kaçak telefon hattını, mecburiyet caddesini, dönüş kavşağını, anneni, baş parmağını, gözlerini , yüzünü hatırladım. Oysa ben tüm yüzleri unuturum.çabuk unuturum.
Sana mektuplar yazıyorum sık sık bilmelisin. Beni tanrı ya çok seviyor ya da nefret ediyor o kadarını bilemem ama seni sürekli yanımda tutuyor buna eminim. Çünkü sen; katkısız sevebildiğim, aşık olabildiğim, kokusunu unutmadığım, mektup yazmayı ihmal etmediğim ve hala boğazıma düğümler atıp, aklımı başımdan alabilen tek insansın.

Sana aşığım…

minnet borcu:ilk ve son aşkım’a şüphesiz her şey sana…deniz’e…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder