20 Temmuz 2010 Salı

Organik karpuz üzerine



dondurucu kısmı buz yapmayan daha düşük sıcaklıklarda çalışabilen "no-frost" buzdolaplarının ilk çıktığı zamanı hatırlarım, kimsede yokken annem br adet edinmişti bunlardan sessiz çalışıyor, soğutmayı kestiğinde titreyerek kendini salmıyordu. mutfakta gayet asil duruyor hatta mevcut mutfak onu tartamıyordu, bundan sebep mutfak değişiyor zamanla diğer beyaz eşyalar ona ayak uyduruyordu. aile olarak çıldırmanın eşiğine geliyorduk, utanmaz haller içerisinde evi yıkıp tekrardan dolabın üstüne inşa etmeyi dahi düşünüyorduk, öylesine gözümüz dönüyordu.

Milenyumun bu ilk ışıltıları mutfağımızdan, evimizden öte ailenin tüm bireylerine birer teknoloji neferiymişcesine bir misyon yüklüyordu. kış aylarında erik kompostosu içip bütün halde dondurulmuş domatesin çözülmesini hayranlıkla izliyor, yazın ise kavurucu sıcağın altında komşulara caka satarak kestane kebabımızı keyifle mideye indiriyorduk. üstelik tüm bunları yaparken tükettiklerimizin besin değerini kaybetmemesinden haklıca bir zevk alıyor no-frost teknolojinin ne denli muhteşem bir şey olduğundan sesli sesli bahsediyorduk.

Onlar buz gibi karpuz yerken ben kestane kabuklarını aşağıdaki cocukların kafasına atıyor, "oha kestaneyi nerden buldun olm" sorusuna "vay ayıya bak" ifadesini suratıma takınarak cevap veriyordum.

Karpuz bize çok demode geliyordu, zira dolabımızın sik kadar olan dondurucu kısmı portakallar, mandalinalar, elmalar ve bilinen tüm kış meyve sebzeleriyle dolmuş vaziyette, besin değerlerinden zerre kaybetmeksizin tüketilmeyi bekliyordu. ayrıca karpuzda vitamin namına ne vardı ki benim c vitamini manyağı olmam bi kompostoya bakardı şunun şurasında...

Peki yazın ortasında kestanenin, portakalın dibine vuran şanslı insanlar sadece bizler miydik? kesinlikle hayır... dolap bizi fazlasıyla değiştirmişti, mutluluğun, yani insanlığın yararını gözeten akıllı teknolojinin, paylaştıkça çoğaldığına inanıyorduk gelen misafirlere no-frostumuzdan besin değeri yuksek gıdaları ikram etmek bir yana komşuların yazdan kış için hazırladığı sebze-meyve vb. şeyleri de kendi dolabımızda onlar için saklıyorduk. her ne kadar dile getirmesek de bundan pek hoşnut değildik ama komşunun atsan atılmaz satsan satılmaz bi varlık olduğunu biliyorduk, susuyorduk.

Yarrak gibi olmuştuk resmen, günümüzde kekolugun alası sayılacak eylemler o günlerde bize lord gibi hissettiriyordu, vitamin deposu portakaldan oldukça memnunduk ama bir yandan da karpuzu özlüyorduk, babam rakının yanında kavun yemeyi özlemişti biliyorduk.

Çok geçmedi, teknolojinin büyük bir hızla kendini geliştirmesi imdadımıza yetişti. no frost teknolojisi gayet ayağa düştü. bir süre sonra no frosta koyulan sebze meyvenin besin değerini yitirdiğine inanmaya başladık, ailecek oturup fikir teatisinde bulunduğumuzda o kadar düşük sıcaklıkların vitaminin amına koyacagına inandık, birbirimizi buna inandırdık.

Ne varsa çıkarıp attık no frosttan, sadece buz ve dondurma saklıyorduk içinde. annem doğal beslenmenin önemini belirten bir konuşma yaptı, tüm fertler kendisine tam destek verdi. zaten araya çok zaman girmeden organik beslenme siki çıktı, en az no-frost teknolojisi kadar cezbedici bir mefhumdu bizim için... birbirimizi bu sefer ölümüne inandırdık bu sefer vazgeçmemek üzere yeminler ettik, ağladık...

Ve bu gece babam misyona uygun olarak organik karpuzla çıkageldi, çok sevindik hormon falan yoktu içinde, kimyasallarla tadı bozulmamıştı. annem hemen kesip no frostta şokladı karpuzladı. (bu yeni nofrostta şoklama özelliği varmış) 10 dk sonra buz gibi karpuzlar geldi önümüze.. yemeye başladık, bildiğin kelekti, tatsız tutsuz saman gibiydi.

Ama organikti, sesimizi çıkarmadık usulca yedik karpuzları, ihtiva ettiği vitaminin kalitesinden söz ettik, mutluyduk bu gece kaç kişi organik karpuz yiyebiliyordu ki?

14 Haziran 2010 Pazartesi

25 Mayıs 2010 Salı

Bayan Doktordan Temiz Facialar!

semirmiş bir klinik şefi ile çalışmışlığım oldu bir ara.
sırf kaprisinden dolayı bu mertebe ye eriştiğine eminim.her sabah kuaförünün beynini sike sike çektirdiği düz fonü, iki dönümlük arazi bedeli ile ihaleye çıkarılacak boyutta kalçaları da bu seçime etkendir mutlaka. .büyüyünce ne olucan sen ? diye sorsan doktor yanıtını vereceğine adım gibi emindim. çünkü o dönem doktor olduğuna inanmıyordum. bu böyle sıkıştırmış koltuk altına tuğla büyüklüğünde kitapları tıp fakultesinin yollarını aşındırmış ve fakultenin daş gibi kızı'nın kankakası olacak kadar çirkinlik yaratmış biridir, eminim ..net!
hastaya biyoloji dersindeki kurbağa gibi tiksinçsin sen!! der gibi bakan, hastasını konsülte için göstermediği branş kalmayıp hala teşhis koyamayan en sonunda hastayı şifa ile taburcu ediyorum diye ordere not düşen sonrada ''tıp bile çare bulamadı'' gerekçesiyle durumu toparlayan biri..büyüyünce çok acayip orosbu doktor olur senden dediğim ve zengin bir kocanın kendisini paklayacağı kanısını yıllarca bende mevcut kılan biri..düşün hala biri..
cebimde visa ,altımda araba tribiyle dolaşan ama arabayı hala geri vitese takarken anasından emdiği süt burnundan gelen , çakma lacost parfüm kullanan görsel yetenekten başkası değildi ama bana göre götünden haberi yoktu ya da ömrü boyunca bir boy aynasına denk gelmemişti...

efenime söyliyim; gene bu böyle havası yerinde balon göt çapıyla serviste, sen şunu yap, sen oraya git, sen idrar ver, sen tomaya git diye hastalarını servisten uzaklaştıyor ne kadar geç teşhis o kadar iyi.akşama kadar hastayı oyala gece istahareye yat kimin ne şikyeti var rüyanda gör yarın gel servise buldum sende anal fisssür var de.
tabi bende gene o zamanlarda aynı inançla hayatıma devam ediyorum, ''ayarsız şaka şaka değildir''...valla dedim doctor senden iyi rejisör olurdu..bu attı saçını geri aaaa neden arz dedi.. dedim komuttan başka bir hikaye yok. her sabah aynı iş, sen tomaya, sen idrara, sen dahiliye'ye diye rollerini maşallah kavgasız gürültüsüz dağıtıyorsunuz..bu mal kendine layık gördüğüm bu aşağılamayı artis havasından dolayı methiye sandı..aramız pek iyi sayılmazdı çünkü ben sürekli ayakta koyduk espirilerini yapar tüm intörnlerin gözünde layd'i havasına girerdim. sonda takamayan doktoru fakulteden mezun eden hocalarına küfrederdim. netekim; hayatımın 16 ay'ı bu hatunun klinik saflığı(şefliği) hadisesi ile geçti. tek amacı vardı koridorda hasta bırakmayana kadar hepsini çil yavrusu gibi dağıtmak..en sonunda bir hasta tüm kliniğin intikamını aldı..''senden doktor değil anca ağdacı olurmuş'' dedi. klinik koptu bu idealist gözüken ve bir yarrak tutamayan hatun şeflikten alındı. yani kısacası bize verdiği tatlı ziyafetleri, kahvaltıdaki çıtır simitleri amacına ulaşmasına zerre fayda etmedi.

şimdilerde iki çocuk annesi, bayan doktordan satılık arabalar satan bir oto galeride şef olmasını umuyorum.

minnet borcu: tıp fakultesini zekayla bağdaştıran tüm malaklara , zekanın zor zamanlarda göt'ü kurtarmak olduğunu bilmeyenlere ithafen yazılmıştır.

zamansız esen rüzgarın anasına ileti....

hayat hep budur zaten.

sabah kahvaltısına bal'la başlar , öğlen yemeğinde turşu yer, akşam yemeğini acıyla tamamlarsın..

minnet borcu:ekürime..

24 Mayıs 2010 Pazartesi

Zamansız Esen Rüzgarın...



Neyi ne zaman isteyeceğini bilmiyor insan? İçinden her zaman sadece çantasını sırtına takıp kimseyi düşünmeden, kimse için üzülmeden sadece kendisi için arkasına bakmadan uzaklaşmak, sadece gitmek istiyor. Ama çoğu zaman kendine takılmış vaziyette buluyor hayatını ve bir şekilde bunları görmezden gelebilmek için memnunluklar yaratıyor, çoğu zaman dalga geçiyor, sikine takmıyor hani. İçinden geldiği gibi yaşıyor sözde kasmıyor. Mesela kendine bile sataşıyor;

Şu sadece kelimesinin ne ekmeğini yiyoruz amına koyim... Sadece hayat, sadece gitmek, sadece sen, sadece ben.. Ne coşkulu, ne derin bir hüzün katıyor önüne geldiği kelimeye resmen sırtına piç melodiler yüklenmiş bitkin sonbahar rüzgarı estiriyor, resmen sinsi gibi insanı yaralıyor. Verdikçe veriyor romantiği, beline beline vuruyor pastel tonların...

Hayata minik kanallar açıyor insan, çok minik kanallar. dışarı hiçbir şey sızdırmayan minik ufak kanallar. gizlemek istediğimizden mütevellit minicik oluyor bunlar çünkü bu hayat bizim, üzerine basmakta, havasını solumakta olduğumuz, aslında ortalık yerlerine sıçtığımız dünya bizim, tek başına kozmoz bizim aslında. ne varsa bizim. tanrı mesela, o sadece bizim hatta benim. Aynı dinden bile olsak seninkiyle ilgilenmiyorum, o tek başına bana tanrılık ediyor... Ölüm keza o da benim, annemin herekesinden sana sarılarak çıkmadım ki ortaklığımız olsun.. Çoğu şeyi aslında ben paylaşırım seninle veya sen benimle çünkü yalnızızdır çünkü birbirimizi dövüyoruzdur. Bundan ileri gelerek severiz, yalnızlıktan daha içeri görürüz bazı insanları onlar hiç bırakmayacak olanlardır, hep yanımızda olacak olanlardır ve bu tutku sevgi halyle çıkar karşımıza, bir yerden sonra yine bizi bize bırakarak tek başına gideceğini, yalnız devam edeceğini hep inkar etmek isteriz bir evlat bir anne bir baba olsak bile. Bu yüzden birbirimizi dövmekten hiç sıkılmayız, tutkumuz aynıdır ama hedeflerimiz değişir. Başka birine aşık oluruz, başka bir şeyler buluruz. Tek başınalık içerisinde hayatın ne kadar bok gibi olduğuna takılmamak için mevcut durumu güzelleştirmeye çalışır ve kimi zaman düzeni bozmayacak kadar sığ şekilde kimi zaman olabildiğince radikal eylemler içerisinde buluruz kendimizi.

Çılgınlık yapmayı okulda öğretmezler, yapmamayı öğretirler ve sancılı bir şekilde gerçekleştirirler bunu, elinizin içinde morluklar oluşur veya yanaklarınız kızarır. Sizi dinleseler de anlamayı beklemezler, dişlerini kırıp anlamaya çalışsalar da uçmanıza izin vermezler, sadece ötmenize izin verirler. Onlar bunun için yaratılmasa da bunun için eğitilmişlerdir, onlar babadan bunu görmüşlerdir ve nesile bunu aktarmaktadırlar. İşleyiş bu haliyle gayet insani ve normaldir, kimse olmadığı gibi biriymişcesine ceza veremez veya sevemez. Sadece ufak kanallar açar hayatına, içinde bulunduğu sistemi mekanizma, durum her neyse ondan kurtulmak ister ve minik, derin kanallar açarlar oralarda yalnızın ötelemek için bok gibi olan hayatlarına anlam kazandırmaya çalışırlar. Atılan her tokatta, indirilen her cetvel darbesinde bu vardır aslında. Tek başınalığına sarılmayan insanı gerçekle alakası olmayan hisler bulur, o hisler hiçbir zaman gerçekten yaşadığını hissettirmez insana. Onu mekanikleştirir, içinden çıkamayacağı kadar çok sıradanlaşırır.

Gerçek hayatın veya yaşama sanatının inceliği yalnızlığı kabul etmekten geçmez, bir şeyleri anlamak hiçbir zaman yeterli olmamıştır bunun için. İnsan her haliyle düzensiz, sağlıksız, yersiz, mantıkdışı bir varlıktır ve her zaman irrasyonel hareket eder. Everest dağı büyüklüğündeki arzularını gerçekleştirmeleri onları gerçekten mutlu yapmaz, mutluluk tamamen oluşla alakadardır ve gerçek olan tek şey oluşun kendisidir.

22 Mayıs 2010 Cumartesi

Platoynağım Acıdı Anne!!!


bugün burada platonik aşk ve facilarından dem vurucaz.seviyor sevmiyor denyoluklarından ötürü yerde gökte papatya komuyan tüm platonik aşıklara serzenişimdir bu. son yaprak sevmiyor çıktığında , mına koyim bu da mı gol değil, şeklinde o papatyayı sapına kadar götünüze sokmak istediğiniz müşkül anlarınız olmuştur mutlaka..ama nereye kadar bu serzeniş, mide ağrısı, ense ağrısı.abi buraya kadar deyin, arkanızı dönüp çekin gidin.

buradan hayatımın en kallavi itirafını yapıyorum.
ben hiç platonik olmadım(yıllarca kendimi bu şekilde avuttum)..çok istedim ama olamadım. ortaokulda imkansızı deneme başarımı saymazsak tabi.
.türkçe öğretmenim kemal bey, tellerine vurduğu bağlaması, kalın dudakları ve enfes diksiyonu neticesinde türkçe derslerine verdiğim ehemiyetten dolayı rus edebiyatını tarumar edecek hale gelmiştim.türk halk müziğine verdiği gönülden dolayı bende arzusunu kensiyle paylaşıp aşık veyselin tüm eselerini icra etmeye gönül verdim. iş çıkışı babasının dükkanı olan gübre satışının bayiliğini devam ettimesinden kelli ben tüm gübre kokularını analiz eder hale geldim..’’ayyy ne güzel kokuyor’’ dediğim bile olmuştur. tüm gübre kokularına aşina burun deliklerime minnettarım.oysa şimdilerde alanı dışında ek işlerle meşgul olan tüm tiplerden nefret ediyorum.milli eğitim bakanlığı türkçe müfredatını 4500 kere yalayan öğrenci olmuştum o yüzden kapağı attığım yer düşük ölçekli bir kolej olmuştu. matematiğe isyanım kemalle başladı, hala isyan ediyorum o ayrı kafadan 4+4 ü toplayamayışımı kendisine borçluyum. karısının saçları kızıl diye hac kınasını saçıma boca edip ertesi gün havuç renginde bir kafayla okula gittiğimi ve neticede kemalcimin bana ‘’kınalı kuzu’’lakabını taktığını asla unutmam. o gün anladım ki kına dediğin şey göt’e yakıldığında şık dururmuş.

evet…
yüreğimin döktüğü ter’in karşılığı katiyen bu herif değildir dedim ve platonik aşkı mı o gün terk ettim..

minnet borcu: bu yazıyı yazmamda emeği geçen tüm umre ziyaretinden sonra kına dağıtan kapı komşularına, öğrenci ve imkansız aşklarına, ilçe tarım çalışanlarına,okul taşıtlarına,gramer hatalarına ve herzamanki gibi çay bardağında söndürülen winston blue'ya teşekkürler.

16 Mayıs 2010 Pazar

Ekürimi Kaybettim Hükümsüzdür!!


kimliğiniz mi kayıp?
öğrenci belgenizi kankiniz olacak lavuk şaka ayağına yırttı mı?
çantanız kapkaçıların elinde ve ulaşamıyor musunuz?
ehliyetiniz çamaşır makinasında mı parçalandı?

hayır...daha beteri...

İsyan deyin, sesini duyurmak deyin , toto yırtmak deyin..adına ne derseniz deyin… Ama ben zottiri zell ‘imi bu blog işine giriştiğim ekürimi kaybettim. Bilin..
Bu mu tango ve cash birlikteliği aga demek istiyorum buradan kendisine..egomuzu sıvalayacağımız bu yerde olacak işmiydi bu zamansız orta yerden topuklamak.. senin ödeyemediğin ttnet faturana, veremediğin vizelerine (s)okiyim ….
Beklentilerimi anlatamam… hergün msn aç bak orada mı, hergün bloga bak bir şeyler yazmış mı..nıççç!
Boz eşek gibi orta yerlerde külleniyorum..
kendisine zekasından ötür bil geyts mi el koydu?, karizmasını çekemeyen cim kerimi tuzla buz etti?, angeline juli evlatlık mı aldı ?, josh holivey cool havasını mı çekemedi? hiç bir fikrim yok..tek gerçek var,insan bu kadar özellikli olur mu arkadaş..eşgalini bilsem ropot resmini çizdirip kendi ellerimle türkiyenin tüm meraklı esnafına dağıtıcam , tekel bayilere tembih edicem ''abi kaju almaya gelir bu muhakkak bana bir haber uçurun'' derim ama yok..gören , bilen , duyan varsa bana isbitlesin, aga sen burda yana döne onu ararken o okul çıkışı bilardo oynamak için lütfi dayının kafeye takılıyor desin.

bak takipçimiz 4 olmuş kaldı 96 ve ben 2 sini tanımıyorum!!!!

Dööööğğğnnn tüüüğğğlleeayyyy!!!!! aksi takdirde kendimi aşilimden keserim..

4 Nisan 2010 Pazar

Kırılmış şeylerin nihayetine ve söz klarnet'te


Allerjik rinit mağduru bir toz tüketicisi olarak ikinci el kitap satan yerleri arşınlamakta üstüme yok.bu akım size göre ‘’ıssız adamın ada’sı ‘’nın ikinci el kitapçılardaki başı yana eğik kitap seçmesi ile başlamış olabilir ama uyarıyorum ben 5 yıldır bu aktiviteyi gerçekleştiriyorum. Maksat aralarında post it’lere yazılı notlar bulmak değil, benden önce bir elin işaret parmağının , dudakta ıslatılıp sayfayı çevirmesi de değil. Alerjik rinit’i şaha kaldıran toz kokusunu almak ise kesinlikle değil. Ummadığım şeyleri bulduğumda pek söylenemez. Sanırım tek gayem entelliği ucuza kapatmak. Elif şafak hanımefendi’nin ‘’aşk’’ adlı kitabını ilk çıktığı hafta satın almak ve içindeki vanilya kokulu ayracı burun deliklerime sokmak ve ona 10 tl ödemek işime gelmiyor. 3 yıl sonra 2 tl ‘ye değil elif şafağın aşkını, elif şafağı bile kapatacağım günler yakınken ne gerek var, har vurup harman savurmaya. İt kırkarak kazanılan paranın kıymetini ‘’kab’’dan aldığım 200tl lik çizmelerde öğrenemeyebilirim ama kitaptan kısıyoruz işte. Bu da kadınsal bir zanaat.
Bugün gene öyle bir yerdeyim, elimi attığım yeri kurutmaya geldim edasıyla girdim kapıdan içeri. Dükkan oldukça eski, sahibi desen dükkandan eski, çırağına diyecek yok. Allah’ı var kirli sakalı ile kapattığı sivilceler onu çekici kılıyor. Tanıdık bir yüzüm ben, dükkan tanıyor, sahibi tanıyor, çırağı tanıyor. Öyleki; bana plonidal sinüsünden ve kuyruk sokumundan bahsedecek kadar. Aramızdaki ilişkinin boyutu ,dünya ahiret kardeşiz!........ama bugün şaşıracağım kadar süprizlerle doluydu. Küçük meblağlarla büyük tatlar aldığım bir yerdeyim, keyfime diyecek yok. . Alif Art müzayedesinde Fikret Mualla’nın tablosunu alacak kadar para vardı da biz mi yedik. Tabi ki hayır! ...ben kitap arıyorum, o cadıya benzediğimin rivayet edildiği bir kitap ‘’portobello cadisi’’…mekan rahat , dilediğiniz gibi at koşturuyorsunuz ama sizde şu kitap var mı? Sorusuna yanıt veremeyecek kadar kalabalık bir yer. Ben raflarda ve kenarda köşede istiflenmiş kitaplar arasında geziniyorum ve elimi attığım yeri kurutuyorum. ‘’sorgunuzla eşleşen veri bulunamadı’’ …diğer raf’a….
Bu arada kulağa hoş gelen bir ses .. klarnet!
Hüsnü şenlendirici’nin aklımda belirmesi ile onu boğazlamam bir oldu. O deniz seki’ye ettiklerinden dolayı da buradan kendisine sesleniyorum. Allahından bul emi!...biri harbi aleti öttürüyor. Sesin geldiği tarafa eğildim. Bizim Mahmut!(adı bu değil) şu kuyruk sokumu hayal mayel gözümde beliren, çenesine konuşlanmış sivilcelerini kılla kamufle eden , çok şık gömlekleri giyebilen bizim Mahmut …helaalll!! Diyesim geldi. Çığırtkanlık etmeden çektim hasır örgülü tabureyi hayran hayran izliyorum. Peçete isteklerini değerlendirse, ‘’benzemez kimse sana’’ yazıp uzatıcam. Ama yok, söze hacet yok. Kabartılacak tek şey var ya bu çocuğun ego’su yada kulak…
Çalıyor…
‘’ah istanbul’’
‘’sarı gelin’’
Ve daha bi sürü… en önemlisi de Özcan deniz’in ‘’neredesin firuze’’ filminden ’’beni affet’’… sen böyle bir şey çalacaksın ve ben seni affedeceğim! Ve bir kez daha öğreniyoruz ki hiçbir şey ‘’tesadüf değildir’’ ne ‘’portobello cadısı’’ ne toz kokusu, ne de gerisi teferruat sayılabilecek ince detaylar. Çantımı aldığım gibi çıktım. Karşı tarafa geçtim, bir bank’a oturdum ve Winston blue’yu ateşledim. Klarnet sesi hala geliyor . kaçtığımı anlamış olacak ki, hala beni affet’i çalıyor.
Bense mırıldanıyorum.

Ben seni sevdiğim zaman bu şehirde yağmurlar yağardı….



Minnet borcu: bu yazıyı yazmamda emeği geçen tüm üflemeli çalgılara, kirli sakal müdavimlerine, neredesin firuze yapımcılarına, kader’e, toz kokusuna, küçük iskender’e, klarnet mi?, klarinet mi? tartışmacılarına , yağmur’a, çay bahçesi çaylarına, ve tüm çıraklara, aklımda 12’den vurulanlara ve hizmet sunumunda aksaklık yaşanan sağlık kuruluşlarına teşekkürle.

3 Nisan 2010 Cumartesi

Vatan Sana Canım Feda

Şişman, arkadaşına döndü.

+ bok mu vardı bu vatanı herkesten çok sevecek
- sevdik be abi

Sizin otobüste girdiğiniz tribi sikeyim afedersiniz.. Yıllarca dava adamı ol, legal-illegal her türlü olayda aktif görev al sonra bok mu vardı çok sevecek?.. Ebenin amı vardı. Sanki amme hizmeti yapıyor ipne, sanki ben sev dedim.

+ abi bi ülke buldum
- eee
+ tam sevmelik.. adı türkiye, her yanı ayrı cennet anasını sikim
- hadi ya bi bakim
+ oha aşık olunmalık vatan lan burası

Bu ne lan? Bu işin formatı bu mu? Milliyetçi olmadan önce sevilecek vatan mı seçiliyor. Böyle bir yarışmamı var yoksa vatanı herkesten çok sevmek diye? Hayır vatan sevmekten madem bu kadar pişman olacaktın, madem bu kadar değerin bilinmeyecekti, böylesine hayattan alıkoyacaktı seni. Sevmeseydin kardeşim, üniversitede bıraksaydın sevmeyi. Fırıncının kızı birsel'i sevseydin, bana ne. Ülkede hak var hukuk var. Devlet var lan? böylesine zayıf bir kalple isimsiz kahramanı oynamak senin neyine?

Hepsi bir yana sidik yarışı uğruna bu vatanı herkesten çok sevmek için çabaladın yıllarca. Söz konusu vatan olunca gerisi teferruattır dedin. bu minvalde herhangi bir eylemi yapmakta hiçbir beis görmedin. e amına koyum bunun muhasebesini neden otobuste yapıyorsun. En başta sorman gerekeni en sonda ve en uygunsuz yerde soruyorsun sen. Yakıştı mı mağrur duruşuna, sertliğinden ödün vermeyen bakışlarına yakıştı mı bu.. Hayır sahne bu olunca izleyicinin de beklentisi değişiyor.

+ bok mu vardı bu vatanı herkesten çok sevecek
- sevdik be abi
+ peki ya hayatlarımız onlar ne uğruna heba oldu
- öyle deme abi
+...
-...
+ seni seviyorum necati
- ben de seni abi.


Düşündüm de böyle bir hikaye ne ilginç olur değil mi? Dünyanın en fazla özveride bulunan dava adamı yıllar sonra bir pişmanlık yaşar ve eşcinsel dürtülerini dizginleyemeyerek bir anlık patlayışla u dönüşü yapar. Zevk adamı olur apansızın, özel bir halk otobüsünde tabuları, ahlak kurallarını ve piç ettiği yılları takmaksızın yanındaki şişman dava arkadaşıynan sevişiverir. ahahaha bizim ülkede böyle bir film yap, yani yapabil.. sonraki gün iç savaş çıkar. yemin ediyorum iç savaş çıkar. ağır milliyetçiler hoş görüyle karşılasa bile, onların karşısında duran kitle rahat durmaz. Alayı ipne der. Kavga her türlü çıkar, sinemalar ateşe bile verilebilir. dostlar filmdir, kurgudur hepsini geçtim sanattır, yapmayın dersin dinletemezsin ufak ufak ev örgütlenmeleri, yasadışı eylemler sonra... off ülke hepten elden gider valla.

En iyisi biz sanatımızı o kadar da özgürleştirmeyelim. Hem o kadar özgürleştirsen nolcak? SAhneler içinden cımbızlanıp televoleye sikko haber olacak. Mahsun çeksin biz izleyelim, bu ülkenin yaralarına sürekli parmak bassın mahsun, ayak parmaklarını bile bassın. onların da yetmediği yerde bu ülkenin yaralarına kafasını soksun. Ülke olarak rahatlayalım. SAnat sanattır. içinde oyle seks etmeye kaçan, tv'de görülünce kanal değiştirmeye zorlayan, ne bileyim eşcinsellik işlenen, islama dil uzatan filmler çekilmesin. Yapımcılar, yönetmen, oyuncular hepsi bi tencere kuru fasulye koysun önüne ona göre düşünüp karar versin. Biz de sadece anlamış olduğumuza sevinelim herkes mutlu olsun... ötesine ne gerek.


ps. konu apansızın apayrı bir yere gitti, anlamışsınızdır zaten. herhangi bir plan dahilinde yazmadığım için arada oluyor böyle..

Ben Kalkiyim Artik Evden Beklerler


Günlerden Çarşamba mart ayı’nın 31’i bütün keyfiyatıyla çektiği bir gün.
Geceden ıslattığım bir telefon konuşması sonucu ben bir operatörle bi iş’e gideceğim. Bildiğiniz üzre, vaka’da terini silip makas vericem. Nurse dediğin niye vardır ki. Tıp dilinin cerrahi asistan diye nitelendirdiği ben , boncuk boncuk terleyen operatörün terini silmek için yetiştim. Zor zanaat.
Yeni açılışı yapılmış kurdelası daha sıcak bir hastane’de buluşucaz. Adres alındı ,kaydedildi. Hatta opretaör tarafından esnaf usulu ‘’ordan düz git, sola sap, karşına kırmızı ışıklar gelecek sonra aşşşağı doğru sallan’’tarif gayet denk. Bende ki anlama kabiliyeti’de gayet denk öyle ki Oldu paşam kıvamında.

Sabah uyan , süper bi kahvaltı, gözler her zaman ki gibi geceden şiş. Önümde tepmem gereken 1 saatlik bir yol uzantısı, kağnıyla gidecekmiş gibi gözümde büyüdü de büyüdü. Ama yılmak yok , bu tepinmemin karşılığı 200 tl. huzur her şeydir para hiçbir şey diyenin alnını karışlarım.
Köyden indim şehre sahnesi yaşayacak kadar bilmediğim bir yola koyuldum. ‘’ sora sora Bağdat bulunurmuş’’ gibi züğürt tesellisine benzer bu safsatayı pusulam belledim. Bindim bi dolmuşa, her tarafından naylon güller sarkıyordu yemin ederim gördüm. Bik bik bik ‘den geçiyor mu? Geçer abla! Bik bik bik’in yakınıdaki bik bik bik’te inicem ben.. indiririz abla? Uyumlu bir şoföre denk gelmenin haklı gurur ile gönül rahatlığını da bir nebze kattım içime dayadım cam kenarı torpiline başımı kulağımda kulaklık bana iletisi ‘’müzeyyen senar’’ o derce her şey kıvamında. Mutluyum, net!

Ahhaaa geldik abla. Burada ineceksin.. ineriz. Operatör tarifine uygun kırmızı ışık bulmakta sıra. Yürüdüm epey . epey dediğim taş çatlasa 20 dakika. Etrafa bakın ışık yok. İşin garip tarafı yol boyunca gördüğüm tipler bana müjde ar’ın kahvehaneye giriş sahnesindeki esef verici bakışlarla bakıyor, herkes tesbihli ve bildiğin pezevenk bıyıklı. İçimden ettiğim küfürleri yan yana koysan burdan orta amerikaya kadar yol olur. Yok efendim, burada ‘’A’’ sınıfı özel hastane açan beyinden tut, arsayı satan adama, hastaneyi yapan müteahhite , iç mimara, tuğla fabrikalarına. Analarını bile sağ koymadım o derece. Bir terslik var, net!
Ayakların deve toynağına dönsün diye biraz daha yürüdüm. Baktım olacak gibi değil dedim şu tekel bayiine yol sorayım. Sormaz olaydım, elimde tuttuğum maks’ın aslanı çıktı ben ısırdı ısıracak, dönüp kendimi sikicem. Dedim sayın tekel bayii sen ne diyorsun ne demek abla sen yannış yerdesin yeeaaa, ne demek siz etapları karıştırmışsınız yeeaaa, ne demek şorda ki durakta bekleyin 30 dakikalık bir yol tepin gideceğiniz yer orada. Ne demek yannnış yerdesiniz yaaaaaeee!, ne demek indiğiniz yerdeki durağa geri dönün yeeeaaa!, ne demek buralar denk değildir yeaaaa!.. dedi;yürrrü anca gidersin !!!!
Duraktayım…uuueeaaawwwf! Ayaklarıma inen kara su’da yakalasam o soförü boğucam. Maks’ın çubuğuyla tatmin edicem onun o kendinden emin halini. Bekliyorum. Ulan dersin fizan, annemi özledim! Biri gık dese boğazlıycam, gözlerim dolu dolu, öksürsen ağlıycam. Yanımda iki tane bıçkın delikanlı belirdi. Duraktayız…tesbih, hacı misi koku, geğirme, tuşları soyulmuş telefon, beyaz çorap,briyantinli saçlar allam yok yok! Nabızımın göt deliğimin etrafında attığını ömrümde çok fazla hissetmedim ama bu gün Yusuf ve bünyesindeki tüm korkulara götümü kiralayabilirdim…beklentilerim, hayallerim, umutlarım değişti gözümde , hayat değişti. Burdan sağ salim çıkarsam keseceğim koçların sayısını hesap edemedim. Ulan haber alamazlarsa polise kaç saat sonra haber verirler. Diyelim ki aradan 1 ay geçti bulunamadım. annem müge anlı’ya, seda sayan’a, Sinan çetin’e çıkıp, kızımın katillerini bulun ben yandım başka analar yanmasın diye ağlar mı? …ulan diyorum 112’yi arasam ‘’yetişin biri ölüyor’’ desem gelirler mi, gelirler. İyi ama ben adresi bilmiyorum . bu tiplere adres sorarsam, ki bu onların lugatında ‘’karı yollu’’ zarf ı taşıyabilir. Tipler kayık net.. Kapa çeneni, net!

Dolmuş geldi….
Bende ki mutluluk tarif edilemez. Şoföre sarılıp ağlıycam . izah edicem ; abi müşkül durumdayım, seni hangi dinin tanrısı gönderdiyse Allah ondan razı olsun. Sıç boklarını yerim , yıllardır ben meğer senin gibi bir adama hasretmişim. Beyaz atlı prens’i sikiyim, ben kimseyi beklemedim seni beklediğim kadar. Gönlünde yer yoksa ayakta, amuda kalkık hiç fark etmez, seninle ölüme bile giderim. Adam 50 yaşında , net!

Bu arada 10 saniyede bir terini silmek için aradığım operatör’ün telefonu kapalı. Ulan açarsın elbet ana avrat dümdüz. O 200 tl ‘yi kendin harca ibne’nin evladı artanı da götüne sok diycem. Diyecek kadar bozuğum , net!

Soför acemi bakışımı, korkularımı , etrafı saf bakışlarımla siktiğimi anlamış olacak ki, siz nereye gideceksiniz hanımefendi dedi. Allam biri hanımefendi dedi. ‘’yüreğinin götürdüğü yere’’ dedim diycem. O kadar muhtacım, net!adama tarif et ben aslında etapları karıştırmışım. Bik bik bik özel hastanesi…ordan geçmiyoruz…neeaaaaaaaa!!!!! Ama sizi oraya 15 dk uzaklıkta bir yere bırakıyım. Ordan gidersiniz, kolay bulacağınız bir yer endişelenmeyin…oraya gidene kadar soför’ün tuttuğunuz altın olsundan tut, kızınla komşu oğlunla oba ol. Dar gününde Hızır aleyhiselam yetişine kadar tüm duaları sesli ve sürkülasyonu hızlı bir biçimde ettim.
Ve dediği yere geldik. İndim ben…ambulans sesi ilk defa mı bu kadar kulağa hoş gelir, allam doğru yoldayım sen şaşırma yüce mevlam. Ambulans önümden vııınnnssszzz sesiyle geçti arkasından bi taksi el kaldırdım , durdu..bende ki eda amerikan film repliklerine bin basar…öndeki ambulansı takip et!
ben o gün; 12 yıldır yaşadığım şehirde değildim, Ardahan posof’a gittim , net!!!!

Minnet borcu; iş bu yazıyı yazmamda emeği geçen 200tl ye, hanımefendi diyebilen tüm dolmuş şoförlerine, inşaat işçilerine, akıl sağlığına, müge anlıya, maks’a, tekel bayiilerine, fizan’a, yanmayan çakmaklara, 911’e, her zamanki gibi Winston blue’ya, ‘’A’’ tipi hastanelere, tüm ameliyathane ekiplerine bıçkın delikanlılara, sustalılara, müjde ar’a, teşekkürle…

Not:anladık blog saati yanlış ama günde iki defa doğruyu gösteriyor siz ona bakın!

1 Nisan 2010 Perşembe

Hükümsüzdür(...)


Sene 90 ‘lar o vakit aşk’lar daha mı güzel yaşanırdı bilmem. Tek bir gerçek vardı aşk’a tapılırdı belki elimizde fazla malzeme yoktu ve aşk hoyrat tüketim malzemesi olarak gönüllerde henüz yerini almamıştı.
Velhasıl kelam bu tayfaya katılmak gerek dedim ben de aşık oldum o günün böğründe. Aptal aşık gibi davranıyor muydum bilmiyorum ama siyah sana çok yakışıyor dediğinde aklımda beyaz toz bulutları oluşturuyor sonra da kendimi içine atıyordum. Delikanlıydı çağımız ve etik olsun diye değil daha çok doğaçlama usulü deli kanımıza söz geçirmiyorduk. Söz’e dair o yıllarda tek hayal ‘’sözlenmekti’’ bunu da papatya dallarından yaptığımız yüzüklerle yapabiliyorduk. Çok güzel seviyorduk.
Çok işimiz vardı , çoook.
Sabah aynı saat’te apartman önünden seni alacak sakın sektirme. Yelkovan ve akrep o dakikliğimi ömrü boyunca dönse bulamaz.
Staj rotasyonun fotokopisini çektirmeyi unutma, çünkü o da bilmek istiyor bu ay’ki staj sahalarını. O saha’ya saha koordinatörü havasında ziyarete gelir, sevk kağıdını uzatır ve her defasında ‘’tonsilit ‘’ teşhisi ile oradan ayrılırdı. Yılda en fazla 4 defa olunabilen bu tonsilit vakası, haftada 4’e çıkardı. Sağlık bakanlığı dahi bu gidişata el koyamazdı.
Gün batımında pedal çevirme hızı vardı birde. 10 kişiye yakın bir grup , kahkaha sesleri ,her yer toz duman. herkes birbirini geçme telaşında , o ve ben yan yana gidebilme telaşında. Ömrüm kendini heder etse bile yanıma düşüremez bir daha bana o kadar denk birini.
Mektuplar vardı birde, akla hayale sığmayacak şekilde ulaştırılan mektuplar. Ya kız kardeşler kafalanırdı, ya mahallenin ilk girişindeki bakkal’ın oğlu kuzen Fırat. Yazılırdı…. haybeden şeyleri ama yazılırdı. Bir haftalık görüşmeme sürecinde neler yapıldığı ve nasıl özlendiği yazılırdı. Hesap mı veriyoruz şimdi denmeden, gönüllü ifade tutanaklarıydı hepsi ama adına mektup denirdi. Sonuna yazdığı ismini okumayı severdim en çok..deniz..

Aklımda yoktun bugün…bir radyo frekansı 90’lara gidiyoruz ve jale’den üzgünüm dedi. Ve ben hatırladım…
Ev telefonun 2216’yı hatırladım, okul kapısında ellerin ceplerindeki halini hatırladım, belime değen saçlarımı hatırladım,kaldırımda oturup hayat dersi verişini hatırladım, mektup zarfının yapıştırma yerine çizdiğin göz şeklimi hatırladım, kuzenin fırat’ı hatırladım, tüm yol güzergahını, planladığımız saatleri, balkona çıkınca oda’nın ışığını çok uzaktan da olsa görebiliyorum deyişini, ankesör ve jetonu hatırladım, derya’yı ve mehmet’i hatırladım. Çamur köklü papatyaları,Hastane koridorlarını, monitör sesini, yatak kenarı yaparken bana baktığında senden utandığımı, evin üst katındaki kaçak telefon hattını, mecburiyet caddesini, dönüş kavşağını, anneni, baş parmağını, gözlerini , yüzünü hatırladım. Oysa ben tüm yüzleri unuturum.çabuk unuturum.
Sana mektuplar yazıyorum sık sık bilmelisin. Beni tanrı ya çok seviyor ya da nefret ediyor o kadarını bilemem ama seni sürekli yanımda tutuyor buna eminim. Çünkü sen; katkısız sevebildiğim, aşık olabildiğim, kokusunu unutmadığım, mektup yazmayı ihmal etmediğim ve hala boğazıma düğümler atıp, aklımı başımdan alabilen tek insansın.

Sana aşığım…

minnet borcu:ilk ve son aşkım’a şüphesiz her şey sana…deniz’e…

31 Mart 2010 Çarşamba

Erillik Kanunları...


erkekliği kanıtlama ve kadınlarla başetmeyi öğreniyim derken varolan detayların tümü.

(tenzih üzerine alınmayan herkes içindir, ince eleyip sık dokumamış, hatta genelleme yapılmamıştır)

çok küçük yaşlarda sendroma itilen tek cins .
daha 5 yaşındasınız ve aile büyüklerinin ,göster olm amcalara pipini ile başlayan bir girdaba giriyorsunuz. o yıllarda eğlenceli gözükebilen bu hadise çok şeyi değiştiriyor ve sizler en değerli uzvunuzu penis olarak belirliyorsunuz. ama kadınlar zekayı ,penisten daha elzem sayıyor ve piç erkekleri tercih ediyor. kadınların bi şey bildiğinden değil ,hazıra konmalarından kaynaklanıyor. çünkü; her kadın kendisinin yerine düşünen adamı daha çok tercih ediyor ve o kutsal kasesini kullanabilen her dişi sizi maymuna çeviriyor . rızaaaa uuwww sevgilimm beaan çok acıktım. sana makarna pişirebilirim! oysa anneniz rıza çöpler dökülecek evladım dediğinde girecek delik arıyorsunuz. sahi hangi kadın sizi doğurdu? bunu ayırt etmeyi ,hangi ölçerle tayin ediyorsunuz?
erkekler ağlamaz diye bir şarkıya kurban ettiğiniz bir vicdan harbi yaşıyorsunuz. yok olm ağlamıyorum gözüme duman kaçtı repliğini en delikanlığı olduğunuz zamanda bile çekinmeden dillendiriyorsunuz, oysa tanrı sol tarafına koyduğu o şeye biraz su damlasıda yüklemişti, sırf gerekli durumlarda ağla diye. rimel akma sorununuz bile yokken niye bunu böğüre böğüre yapmıyorsunuz? oysa kadınlardan daha güzel ağlıyorsunuz.
dizi filmlerde sevgilinizin ağız suyunu akıttığı esas oğlan oluyorsunuz bir anda, beyaz atkı takıp, siyah diz üstü paltolarınızla gördüm sizi bir ara .deli yürek sen meğer nelere kadirmişsin. neyi değiştiryorsun beyaz atkınla bilmiyorum ama sevgilin seni öpreken esas oğlanı düşleyecek kadar dudaklarını kullanmayı iyi biliyor. yetiyor mu ?yetmiyor. dedimya ,kadınlar kukla adamı değil, kuklalaşmayı seviyor.
siz olmadan dünya dönmüyor havanız yok mu? işte ona tiltim. sevgiliniz narçiçeği renginde dudaklarıyla karşınızda kahve yudumluyor , bir anda telefonunuz çalışıyor, ya şirketten ararlar ya okuldan. arayanlar nedense sizsiz bir iş yapamacak kadar mal insanlardır ama sizinle aynı işi yapıyor ya da aynı bölümü okuyorlardır. bu durumda olan ,senin telefonla yaktığın beyin bytlarına oluyor. sahi bu safsataya kaç kadın inanıyor.
sevgiliyi eve atma aşaması var ki, evlerden ırak . boş bir ev bulup sevgili atılıyor. canım gülümlü hoş sohbet en fazla yarım saat sürüyor, sonra penisiniz sadede geliyor. kız oouuum olmaz dediğinde bekaretin gereksizliğini açıklayan ilahiyatçı bile oluyorsunuz. sonra ne mi oluyor? tamir edilmiş kızlık zarlı hatunlar gene size düşüyor.
sahi bu tanrının sizi pandikleyen gizli eli olabilir mi?
eski sevgilimle anal yapardık diyip, dişi olmadık zamanlarda kıskançlık sendromuna itiyorsunuz ve tanrının kini en çok yüklediği bu varlık önünüzde domalıyor, can havliyle dişi dişi inliyor. sonunda ne oluyor? penis ucunuzda varolması muhtemel domates kabuğu. ve tüm hayaller suya düşüyor.anal seks hayal ama bel soğukluğu alışkanlıkla eş zamnalı gerçek oluyor.
şu sürekli cüzdanında prezarvatif taşıyan tipler; haberiniz yok olm, onun son kullanma tarihi var ve geçiyor. sizin diliniz karı sikerken , sikiniz oruç tutuyor. sence kaç kadın bunu geviş getirmeden yiyiyor? d) hiçbiri. oysa ağzıyla kamışınıza prezervatif takan dilberler her gece sizinle uyuyor. seninki gerçek gibi gözüken halüsüne haller. rüyan hep kamyon deviriyor. bunu yaparak beynin eşşeklik ediyor.
tam anlamıyla becerenleriniz yok mu, tabi ki var. yana döne kadın doğumcu masasında dölünü kazıtmaya yelteniyor. kürtaj cinayet değilmiş?sikiyim en hassas yerinden belanı. hemoroidini pandiklenesice, onun kalbi var ve atıyor. sahi, ölü çocuklarınız kanalizasyon dışında nereye gidiyor?
bir de kıskanan tipler var ki, işte orda dur. dışarı çıkma bugun necla, kafamı bozma. oldu sevgilim, sen ne dersen o. halbuki bir bilsen ,sadakat aptallıktır tezini kaç kadın yazıyor. sen neclam sıcak evinde benim aramımı bekliyor derken, neclan olmadığı kadar dişi haliyle sanal ,reel yazılıyor. sik boğaz etme sendromun, kafatasının ön fontonelinde iki boynuzun çıkmasına neden oluyor. neticede olan sana oluyor. necla'ya arada bir giren çıkan oluyor ve bundanda haliyle keyif alıyor.
ben aslında diye başlayan o cool ve karizma havalarınız yok mu, en çokta kadınlar orda gülüyor.entel takılmalarınız, ağzınızda bir pipo eksik halleriniz, kitap arkası kelimeleriniz ve nargile içmeyi elitliğe bağlayışınız, işte burda her şey sıfırı tüketiyor. eve gidince sanki her an röpteşambır giyecek dantel lugatınız ve kristal bardaklarda yudumlanmak için sizi bekleyen sek viskileriniz var . mına koyim sizi bekleyen tek şey ,rengi atmış pijama niyetine kullandınız t-shirtler ve kıçında paşabahçe yazan bardaklar ve gazı kaçmış içecekler. sahi lordum hafta sonu av için müsait misiniz? atları hazırlatayım diyorum.
ben hiç bir erkeğe benzemem edalı hallerinin ise yanından bile geçilmez, neyi inkar ediyorsunuz, hepinizin şifreli birer dosyası var porno arşivi yapıyor ya da porno sitelerinin amına koyuyorsunuz. neticede olayı hep erekte olmuş penisinize bağlıyorsunuz. eşşeği sağlam kazığa bağla derken atalar hiç bunu kast etmemişti.
sevgiliyi tuvalet önünde beklemeye ne demeli, azami 10 dk!. hesaba dökecek olursan , abi bu nasıl bir mesai!. üstelik elinde kırmızı deri çanta, oysa o karizma bir dilber uğruna böyle gavur malı gibi tüketilmemeliydi. sevgilini tuvallete becerme olasılığı olacak tek şey sifonun tutma yeri, o da elleyince kalkmıyor, penisin gibi.
götünüz yemediğinde kaçma halleriniz ise tam bir komedi; ben sana layık değilim düzmecesi. ee sevgili ,buna ne zaman karar verdin? genelde uzun zaman öncedir. o halde dün gece götünü yaladığın bu kadın değil miydi? nedir şimdi bu ajdar ezikliği.sana yetemem , beni zorluyorsun ,çünkü sen zorsun. kaç kadın götüyle gülüp, hamleni geçmişine eksi puan olarak ekliyor. letal dozu bilmeyen gözünüze sokiyim.
holiganım, bak çılgın atıyorum diyenler için; futbolcuların adını soyundan daha hızlı sayıyorsun.arda sinemle paraları zilli barda götürürken sen magandalığınla kodesi boyluyorsun.tek kurşunla 3 can alabiliyorsun. 3 kuruşa it kırkacak pozisyondayken ya maç biletini ihmal etmiyor ya da idda oynama hastalığına yakalanıyorsun. abi galatasaraya nasıl koyduk ama geyiğini döndürürken kendine hiç adil davranmıyorsun. evde karı zoruyla salata yaparken, elindeki bıcak eşşeğin sikine kelebek konmuş gibi eğreti, döner bıçağını gayet ergonomik bir aletmiş gibi tutuyorsun.
bu zamana kadar gördüğüm en idöl erkek babamdı, o da üvey annemin, hikmet çocuğun altına bak dedğinde bitti.
sizi severek okuyan , izliyen, sırt dayıyan, uyuyan ve sizinle olmak için can atan onca kadın varken, biraz zaman harcadıktan sonra başağrısına neden olan penisinizle var oluyorsunuz.
kısacası; kadınlar için yeni bir çığır açın, tıp bu baş ağrısına çözüm ürettiği ağrı kesicelerin bir işe yaramadığı hissine kapılıyor. sırf kamışınız girecek bir yer arıyor diye dişi en geçerli bahaneyi üretiyor yani başı ağrıyor. çözümsüz kalan tıp sizin yüzünüzden bilim adamlarını işten kovuyor.
siz göbeğinize milyonlarla ifade edilen sprem attırırken, ben aspirin içmeye devam edicem.
kısacası; kese kağıdı bulup nefesimi ve midemi kontrol edicem , olmadı kusmaya yeltenicem.

dört kitaba sıvmayan delikanlılığınızı sünnet ediyorum.

minnet borcu: bu yazıyı yazmamda emeği geçen sevgilisini 100 şiş darbesiyle şişlemeyi öğrenecek olan fioana'ya, tüm bencilliklere, legal sömürülere, teşekkürle...

Büyüyünce Fenomen Olucam!


Evet büyüyünce fenomen olucam.
Yedi yaşında olmaya karar vermiş gibi davranıcam, tek hayalim buymuş gibi anılar anlatıcam. bir sabah uyandığımda aklımda bir ışık belirdi diye başlıycam tüm konuşmalarıma. Ağzı açık beni dinleyenlere yedirecem de, yediricem. Bu işe gönül vericem.

İlkeli , adil, saklanmış şeyleri deliğinden bulup çıkaran, katilleri ezip, kayıpları arayan, yanında 1 adet hukukçu, 1 adet pskiyatr taşıyan müge anlı olucam . Sinirlenince elimdeki kağıtları döküp saçıcam, saçlarıma her gün fön çektirip, dizaynı hoş kıyafetler giyicem. Topuklu ayakkabılarımın üzerinde seke seke yürüycem. İsmini vermek istemeyen ama telefonla yayına bağlananlara kan kusucam ‘’neden kendini saklıyorsun ulan pişpirik’’ diye bağırıcam, tıpkı müge anlı gibi. Gerektiğinde hukukçu, gerektiğinde gazetecilikten dem vurucam. Ben müge anlıyım saksı değilim diye popüler çıkışlar yapıcam. Ve kaliteli bir ivme kazanıcam.

Belki bir ara ,seda sayan gibi olmaya merak salarım. Potoks’lu gözlerim açık kalacak dinlediklerim karşısında. ‘’ayol,anacııım, banim halkım’’ diye sözlerime başlıycam. Beni dinlemeyip aralarında dedikodu yapan mahalle karılarını stüdyo’dan kovucam. ‘’Reklamlarrr’’ derken işaret parmağımı dudak kenarıma dayıycam. Ses fonetiğimde ‘’R’’ harfinin üzerinde zıplıycam, bastırıcamda bastırıcam. Kadınların yanında erkeklerin karşısında olucam. Tavsiyelerde bulunucam, kocasından dayak yiyen tüm kadınlara’’elin armut toplamasın o sana vurunca sende ona giriş anacım’’ diyicem. Çocuk doğurma özlemimi seyircilerin çocuklarını yalayıp yutarak gidericem. Programımı tüp bebekçi doktorlarla doldurucam. Kolsa oxi eyşın’a çağın buluşu gözüyle bakıcam. Televizyonları başında beni seyreden kadınlara tencere altı yaktırıcam. Ve kaliteli bir ivme kazanıcam.

Tüm bunlardan sıkılınca esra erol olucam. Kadınlara koca, erkeklere sığınıcakları bir kuytu delik bulucam. Programda nikahlar kıydırıp nikah şahidi olucam. Şahit misiniz sayın erol diyen nikah memerunun yüzüne yüzüne ‘’eeevvveeet’’ diye bağırıcam. Dip boyası gelmiş kadınların aradığı ‘’böğrü kıllı’’ erkekleri elimle koymuş gibi bulucam. İki ev bir arabası olan erkekleri kendime saklıycam. Orkestra’ya çalın bir şey’de havamızı bulalım ayol diye bağırıcam. Gerdan kırıcam. Kameramanı ‘’bakın bu oğlumuzda bekara’’ diye afişe edicem. Çifte kumru olmayan insan bırakmıycam yeryüzünde. Sürekli anne ve babamın anılaraını anlatıcam. Ve kaliteli bir ivme kazanıcam.

Dört katlı yalı kıvamında evlerde oturup, fakirin yediği lokmayı saymayı öğrenicem. 400 çift ayakkabım varken, ayakkabısı delik insanların haline yanıcam.asgari ücreti’in düşüklüğünden dem vurup bir adet yüz nemlendiriciye 600 tl sayıcam. Sikim daşşağıma denk’ken dinlediğim hayat hikayeleri karşısında ağladıkça ağlayıp rimellerimi akıtıcam.

Ben fenomen olucam. Hayatın ne kadar ibne anılarla dolu olduğunu dinledikçe anlıycam. Parmak sallayıp ‘’anlamıştık zaten’’ diye hayıflanıcam.

minnet borcu: bu yazıyı yazmamda emeği geçen tv çılgınlıklarına, nöbet sonrası kanepe keyfine, ismini vermek iztemeyen izleyecilere, reyting kahramanlığında kullanılan annelere, kayıplara, katillere,çocuk özlemi çekenlere ve makyözlere, tv kumandasına, zaping yapabilen parmaklarıma,çivisi çıkmış dünya'ya teşekkürle...

30 Mart 2010 Salı

Çok tatlısın dedi. Hayretler içerisindeydim. Sene 2010'du ve ben süleyman demirel taklidi yaparak bir kızın aklını almıştım. "bi daha yap hadiii" dedi. Yok yok bu kız kesin salaktı. "ee hadi" diye ısrar etti. "petrol vardı da biz mi içtik" dedim, kahkahalar atarak güldü. Çok komik olduğum üzerine kıvrak zekamı öven şeyler söyledi. Bunları söylerken teması bırakmadı, ona dayalı olan koluma sürekli olarak elinin içiyle şaplaklar attı ve ara ara okşadı kolumu. Bu salak hatun kesinlikle sarkıyordu bana, "çok tatlısın" diyerek bir makas kopardı utançtan kızarmış olan yanağımdan. "hehehe" diye güldüm.. Yarım saat önce tanışmış olduğum bu kız adamı hatırlamakta zorluk çeken haller içerisinde sadece süleyman demirel taklidinden ötürü bayılıvermişti bana. Bense ne olduğunu dahi anlamamıştım. Ya birisi benimle çok pis taşak geçiyordu ya da bu kız basitin de basitiydi. Lavabo'ya gitmek için izin istedim, sağolsun verdi. Lavaboya doğru giderken "lan ben ne içtim ki süleyman demirel taklidi yapacak kadar kafa oldum, hadi ben malım yedim bi bok. bu devirde bu taklitler iş yapar mı amk? yok yok kesin sikiyorlar beni" gibilerinen ağır bir şüphe içindeydim. İşerken yine aynı tereddüt içerisindeydim, ellerimi yıkarken de...


Msaya döndüm. Oturur oturmaz "peki dedi necmettin erbakan yapabiliyor musun?" diye sordu. Her ne kadar aptal olsa da türk siyasetinin yakın tarihine hakim sayılırdı. Beklemeden yapıştırdım "oyları rifaha virin" elimle refah partisinin hareketini de çekmeyi ihmal etmedim. Kız neredeyse altına işeyecekti, anlam veremiyordum, hatun resmen gülme krizine girmişti. Şaşkınlık dolu gözlerle izliyordum bu manzarayı. Karnını tuttu, ardından göz yaşlarını silmek için doğruldu. O ara dengesini kaybetti ve yanımdan kayıp yere düştü. Gülmekten sandeyelyeden düşmenin sadece abartı bir kullanım olduğuna inanan birisi olarak bu kızın su katılmamış salak olduğuna ikna olmuştum. Yerden kalktı "bana ne yaptığını görüyor musun :(" dedi. Hayretler içerisindeydim. karı konuşurken smiley yapmıştı. Bir an için suratının ortasında beliriverdi bu smiley. silkelendim, üstüste iki nokta ve parantez aç işareti suratının tam ortasında duruyordu. Hayır dedim böyle bişi olamaz, imkansız.. Gözlerimi ovaladım ve "çok içtin mayki, çok içtin eve dönmelisin artık, hayır eve donme kız hasta sana, yok mayki eve gitmelisin, hayır gitme" diyerek kendimi telkin etmeye çalıştım. Ne oldu iyi misin diye sordu. İyiyim artık kalkalım mı?

Bardan çıktık, istiklali tek kelime konuşmadan arşınladık. Ben yol boyunca smiley olayını düşünürken o süleyman demirel taklitleriimi hatırlayıp gülmeye devam etti. Bunu yaparken türk insanına mahsus bir iç güdüyle "ay sen manyaksın" diyerek koluma vurmayı da es geçmedi. tepki vermedim. umursamadı da zira eğleniyordu. taksiye bindik benim evim onunkine ters istikamette olsa da bırakmak adettendi. o da kafasına göre bir plan yapmıştı. taksiye biner binmez "bu gece bendesin haberin olsun" dedi. "ya işlerim var aslında" dedim, "o yüzden mi tek basına bara geldin" dedi. vay anasını gece boyunca verdiği en zekice cevaplardan bir tanesiydi bu. "ya bilmem ki" diye karşılık verdim. "tamam uzatma yahu" diyerek koluma girdi ve başını omuzuma dayadı. emrivakiye "ya" ile başlayan cümlelerle karşılık verince insanın karşısındaki salak olsa da bu, sağlıklı bir defans olmuyor.

Yol bitmiyordu. arasından hızlıca geçtiğimiz insanlar, mağazalar, arabalar hepsi ağırlaşmıştı. kafamdaki düşünceler, yaşadığım bu gece, yaptığım taklitler, omuzumdaki 3 kiloluk ağırlık, hepsi bana uzak geliyor; düşündükçe daha da anlamsızlaşıyordu. ne yapmıştım ben? nasıl bir parodinin içerisindeydim? nasıl bu kadar salak bir anıya konu olabilmiştim? ayaküstü salağın salağı bir kız tarafından eve atılmak üzereydim. allahım biz erkekler ne kadar da aptalız? ne kadar salak mahluklarız?


Sessizliği takisici böldü, nereden abi? omuzumdaki üç kiloluk aptal ağırlığa baktım. uykuya dalmıştı. "ilerdeki çarkıfelekten geri dön abi" dedim. "çarkıfelek?" diye karşılık verdi taksici. ya "u" işte, u'dan geri dön dedim. hee tamam dedi ve çarkıfelekmiş tey allam diye ağzının içinden taşşak geçerek u dönüşünden geri döndü. bize doğru yol alıyorduk, yani benim evime doğru. içim çok az da olsa ferahlamıştı. gece umduğum kadar aptalca bir anıyla bitmeyecekti. bize gidecez, kızı bir şekilde uyandırıp eve götürcem ve yatagıma yatırdıktan sonra salondaki kanepeye talim edecektim. öyle de oldu.

eve vardığımızda kızı uyandırıp eve kadar taşıdım. yatağıma yatırıp kanepeme gittim ve hafifçe uykuya daldım. sabah uyandığımda peçetenin üzerine o zamana kadar gördüğüm en güzel el yazısıyla yazılmış ufak bir not buldum; "herşey için teşekkür ederim sülo". "herşey ayrı yazılır mal" diye geçirdim içimden. sonra tekrar uyumaya çalıştım. olmadı, beynimi sinsice kemiren o aptal düşünce uyumama izin vermedi; kafamı sikiyim naptım lan ben...

kalktım aç karnıma bir sigara yaktım, babam hep orospu kahvaltısı derdi buna. gülmesedim, "ege bir yunan gölü değildir, ege bir türk gölü de değildir, binanaleyh ege bir göl değildir" diye bir taklit de kendi için yaptım. komikti..

Barış Çubuğu


maltepe;
bir semt adı deyip geçmeyi ne kadar çok isterdim..
oysa bu maltepe'nin ömrümde çok meramı vardır. hatrı büyüktür. o yüzden ezip geçemeyeceğim, şimdi olsa içip geçebilir miyim bakın orasını bilmiyorum.
kolej yıllarımız vardı bir ara, resmen sıkı yönetim şartlarında okuyorduk. ulan banyoda ki sıcak suyu neden bitirdin diye saç baş yolunur mu, yoluyorduk. sonra da barış sürecini belirliyorduk. kolej mekanlarında gruplaşmayı fark eden yönetim saçlarımızı sıfıra vuracak kadar kitleleşmeye karşıydı ama ne oldu? ben nermin ve tayfasını bakışlarımla her akşam yemeğinde taciz ediyordum. Sabah ezanında uyanıp intikam abdestini alıyor dayıyordum suratına kundura boyasını adına şaka diyorduk! Yatağa az işetmedim bu naçizane topluluğu. At’ın intikamı derler ve bana aynı mualemelyi çekerler diye üç ay gözümü kırpmadım dayadım pharmaton’u, gözler faltaşı. Anamı koynuna koysanız uyumam o derece geçtim uykudan. Nermin hadisesi anlatmakla bitmez, neyi anlatayım, yıkayıp astığı sütyenlerinin kopçasını dişimle ezdiğimi mi?,staj rotasyonlarını değiştirip yok yazılmasına sebep olduğumu mu?,uzar gider. Bizim nerminle buluştuğumuz tek mekan tilki çıkaracak kadar duman altı olan tuvaletlerimizdi. Sigarayı çektikçe iki büyük devirmiş gibi olurduk kafa dumanlı ben Leyla, Nermin gözümde mecnun olacak kadar şirin gözükürdü. Nermin zor zamanımda , zulaladığı Maltepe paketini benimle paylaştığı gün şirinlik muskası takmışa döndü, anında alnında bir şeytan tüyü belirdi. İşte o gün aramızda esen sıcak hava dalgasının dostluğu eşek kadar olduğumuz bu zamana kadar yansıdı. Şimdi feysbuktan beni bulamaya çalışıyor.
maltepe bildiğin ‘’barış çubuğu’’ imiş arkadaş!
Maltepe sen nelere kadirsin! zevkli şartlarda bizi dünyaya getiren ailelerimiz nedense bizi hep zor şartlarda okuturdu ve biz fakirdik( aha vurdum)inanır mısınız bilmem ama tüm kolej nufüsu fakirdi. ve maltepe bu ezikliğimize eşlik eden dudak orgazm aracıydı. iç içebildiğin kadar, su'dan ucuz. gün geçti zaman geçti eve gittim.o saltanatını süremediğim, havasını dirhem atamadığım kolej yıllarım bitti, baba evine döndüm. alışkanlık bu işte ben hala maltepe ile aramdaki samimiyeti bitirmiş değilim. Bi rgün kaçamak içime çekişlerde evin reisine yakalandım. paketi fırlattı suratıma, yemedim yedirdim mevzusuna girdi, psikolojimi haşata çevirdi. toparlanacak hal bırakmayana kadar konuştu ve son cümle; ''utan, utan, birde kolej mezunu olacaksın'' en çok bu içime işledi.karşılığını veremdiğim onca hakaret var ortada. en önemlisi de sanki maltepe'yi içmemişte , onunla iş üstünde yakalanmışım gibi görünen bu zina beni yerle bir etti. babam hala aynı replikte ama''utan, utan kolejli olacaksın''...
iyi'de babam, sen hiç bitli kolejli gördün mü?
(topumuz bitlendik, maltepe ile keyiflendik)

baba, anlamış olmalıydın sen!

Hakkımızda...

Anlamıştık zaten !!!

Tarihçemizi belirlemek için çok kapı aşındırdık ama derdimize derman saçları yağlı bir tarihçi bulamadığımız için zaman boyutunda size yardımcı olamayacağız. Biz bir gün kendimizi kurmaya karar verdik. Blog adımızı belirlerken henüz kendi isimlerimizi bile bilmiyorduk.Biz iki kişiyiz, iki tane halusüne şey(h). Biraz dem vuracağız, gündemden, aysun kayacı'dan, okul uzayınca teklif eden kızlardan, akbilden, fahriya ablalıktan, beyonce'den girip dar boğazdan çıkacağız. Bunu bazen bir rafadan yumurta eşliğinde, imam ve abdest suyu içeriği taşıyan çay ve kahvemizle bazen ağız ishali boyutunda bize eşlik eden lugatımızla yapacağız. Edep klişelerini görmediğiniz yerde anne ve babalarımıza ulaşıp bizi şikayet edin diye açık adreste vereceğiz. Müptezel olma yolunda eğiliminiz varsa bu bizim değil sizin sorununuzdur. "Yok ben okumayacaktım, tedasüfen rastladım, arkadaşıma bakıp çıkacaktım" gibi uzayan laflar ederseniz biz de neticede ''uza'' demeyi 4 yaşında öğrendiğimizi size gösterebiliriz. Bizi izlemeye devam edin, çok şukela, entel, aforizma tadında şey(h)ler yazacağız teminatını kesinlikle vermiyoruz. Okuyun ve sonra oturduğunuz yerde gerinin, öfkenizi kontrol edin, gülme sesinizi sağırlık desibeline göre ayarlayın ve ''anlamıştık zaten'' deyin. burada her şey bedava. Bu kuruluşun saygın bir prestiji vardır, kar marjı gütmez ama ''ulan bizi okuyan okul ve iş arkadaşlarımız var sil o yorumu'' diye baskıcı bir tutum sergileyebiliriz. Üzgün olduğumuz vakitlerde teskinleriniz, olmamış abi uyarılarınız hiç bir zaman dikkate alınmayacaktır. çünkü; burası bizim!
anlaşıldı mı?

Anladılar bittabi anlamadılarsa da burdan devam etsin kuzucuklar...

İşe temiz gitmek için geceden duş alıp yatan lakin sabaha hayvan gibi terleyen yurdum insanını çok zaman önce ziggurat yapımına piriket taşırken etraftaki belden üstü çıplak asenaları izleyerek ağız suyu akıtan afro amerikalıların zamanından da önce anlamıştık. Tarkanı, küçük ibonun şirret yengesini, şipşak makarnayı, yemeğin salçalısını, kadının kalçalısını, tayyib'i, sezer'i. cumhur'u, önal'ı, amelie'yı türklerin çekse porno film olacağını hepsini kendini gerçekleştirme üsulleriyle çok daha öncesinden anlamıştık zaten. Anlamıştık da sizin her birinizin tek başınıza cihana bedel muhteşem varlıklar olduğunuzu bildiğimizden dile getirmiyorduk, içimize atıyorduk, sizi üzülsün istemiyorduk. aslında her birinizin asker olarak doğdugunu gözardı da edemiyorduk hafiften korkuyorduk ama baktık ki başınızıdaki gocuklu celep'in "tohumlarına para mı saydım" hallerine aldırmıyorsunuz, baktık ki minareyi çalıp kılıfını hazırlıyorsunuz, baktık ki müfredatı pek siklemiyorsunuz, baktık ki insan olmayı iki bacak üstünde durabilmeye addediyorsunuz -ayıları özellikle tenzih ederiz- dedik hele bir gaflet içine düşelim biribirimizin adını dahi ögrenmeden blog işine girelim.. Maksat halusüne şey(h)ler olsun, ayak kokusu gibi kokan şey yeter ki doritos olsun. Sağlığa zararına düşünmeksizin büyük bir afiyetle yiyeni hatta ağzına tepiştirerek tüketeni illa ki bulunur. Çok fazla yalnız olduğumuzu düşünmüyoruz bilakis gülmeye, gündeme, gerçeklere ihtiyacı olan aklı başında insanların varlığını bildiğimizden bu işlere girişiyoruz.

Saygılarla...

Anlamıştık zaten...